Silivri Haber | Ortalık Savaş Alanına Döndü
24 Haziran 2016Kaybettiğin iPhone’unu Google İle Bul
26 Haziran 2016Markanızın Bir Hikayesi Var Mı?
Markanızın Bir Hikayesi Var Mı?
Bugünün rekabet ortamında, insanlara sesini duyurmak ve onların zihinlerinde arzu ettikleri yeri edinmek isteyen markalar, kendi vaatlerini öyküyle anlatmasını başaran markalardır. İnsanlar, hangi markanın kendi dünyalarına, kendi kimliklerine uygun olduğuna, marka öykülerini dinleyerek karar verirler.
Güven her ilişki için ön koşuldur; ama kalıcı ve tatminkâr ilişkiler için güvenin ötesinde de bağlara ihtiyaç vardır. Bu, insan ilişkilerinde de ticari ilişkilerde de böyledir. İnsanlar bir markaya güven duymuyorlarsa o markanın başarı elde etmesi mümkün değildir; ama her markanın aşağı yukarı benzer özellikler sergilediği bir rekabet ortamında, sadece ürün özellikleriyle bir markanın kalabalık arasından sıyrılması mümkün değildir.
Marka yönetmek, ürün yönetmekten çok insanlarla bağ kurma işidir.
Fakat bu gerçeğin bilincinde olan markalar çok az. Markaların çoğu, kendi ürünlerinin rakiplerden ne kadar iyi, ne kadar üstün olduğunu anlatırlarsa tüketicilerin onları o kadar çok tercih edeceğini zannediyor. Oysa bugünün tüketicileri sadece ürün özelliklerine bakarak karar vermiyor; bir markayı seçmeleri için, o markanın “iyi” olması kadar, kedilerini o markanın dünyasına ait hissetmeleri gerekiyor. Pek çok araştırmanın kanıtladığı gibi, tüketiciler mantıklarından çok duygularıyla karar veriyor.
Bir sektörün gelişme döneminde, ürünler henüz beklenen performansı gösteremezken, diğerlerinden daha iyi olan markalar öne geçerler ama sektörün olgunlaştığı, bütün markaların benzer özellikler sergilediği ortamlarda bir markayı “daha iyi”, “daha üstün”, “daha kaliteli”… gibi iddialarla satmaya çalışmak, boşa bir çabadır.
Markaların ürün özelliklerinin ötesinde bir anlama sahip olması ve insanlarla duygusal bir ilişki kurması gerektiğini birçok yazar uzun yıllardır savunuyor. Pine ve Gilmore, Marc Gobe, Kevin Roberts, Gerald Zaltman ve Martin Lindstrom bu yazarların başında geliyor.
➝ Kevin Roberts, “Lovemarks” kavramını ilk ortaya attığında “Parayla aşk satın alamazsınız ama aşk size para kazandırabilir” demişti.
➝ Mark Gobe, “Bir marka ne kadar çok duyuya hitap ediyor, duyular arasındaki ilişkiyi ne denli güçlü kullanıyorsa başarı şansı da o kadar yüksek olur” demişti.
➝ Gerald Zaltman, zihnimizin somut verilerden öte metaforlarla çalıştığını, basit bir metaforun bizi çok derindeki duygularımıza götürebileceğini anlatmıştı.
➝ Pine ve Gillmore, hafızalardan silinemeyecek kadar güzel ve unutulmaz bir deneyim tasarlamanın marka için stratejik öneminin altını çizmişti.
İnsanların hayatlarına nasıl değer katacaklarını öykülerle anlatmayı başaran markalar, onların hayatlarına girmeyi de başarırlar. İnsanlar markaların vaadini, marka öykülerinden öğrenirler. Martin Lindstrom, tüketicilerin hayatlarına dokunmak ve onların hayatında kalıcı olmak isteyen markaların etkileyici bir hikâye anlatmaları gerektiğini söyler.
Bugünün rekabet ortamında, insanlara sesini duyurmak ve onların zihinlerinde arzu ettikleri yeri edinmek isteyen markalar, kendi vaatlerini öyküyle anlatmasını başaran markalardır. İnsanlar, hangi markanın kendi dünyalarına, kendi kimliklerine uygun olduğuna, marka öykülerini dinleyerek karar verirler.
Marka yönetmek, markanın neden var olduğunu, amacının ne olduğunu, markanın sahip olduğu değerleri, neden diğer markalara benzemediğini anlatan bir hikayeyi anlatma işidir.
Müşteri önce hikayeyi satın alır
Her markanın içinde birçok öykü vardır. Bu öyküler markanın kuruluş hikayesinden tutun da ürünün ham maddesinin nereden ve nasıl geldiği, üretimin nasıl yapıldığı, kullanıcının markayla neler yaptığı, çalışanların neler yaşadıkları, liderin görüşlerine kadar uzanır.
Martin Lindstrom, “Bir mücevher mağazam olsa mağazamdaki her mücevher parçasının kökenini, tasarımcısını, taşlarının özelliğini ve işçiliğini anlatan özgün olurdu. Hiçbir müşteri satın aldığı mücevherin hikâyesini anlatan bir kitapçık olmaksızın mağazadan çıkmazdı. Personelim her olayı dikkatle anlatacak şekilde eğitilmiş olurdu. İnternet sitem bu öyküleri daha çok insana yaymak için çalışırdı. Müşteriler evlerine giderken mücevheri, öykü ve duyusal deneyimi de beraberlerinde götürürlerdi” der.
Lindstrom’un dediği gibi, her marka, kendisini hikayeciliğin merkez üssü olarak görmeli.
Araştırmaların kanıtladığı gibi, müşteriler önce sizi sonra da markayı satın alırlar. Serbest dolaşan tavuk ya da yaşlanmayı durduran kremlerde satın aldığımız şey, ürün etrafında anlatılan hikayedir. Bu hikayeler bizi markalara bağlar.
Duygusal beynimiz söz konusu hikâyeyi satın alıyorsa aklımız o markaya sahip olmamızın gerekçesini üretir. Çünkü iyi anlatılan bir öyküden etkilenmeyecek insan yoktur.
Peki bir marka anlatma tekniğini (storytelling) gündelik uygulamalarına nasıl yansıtabilir?
Klaus Fog, Christian Budtz, Barış Yakaboylu’nun yazdıkları “Storytelling” kitabında, markaların değerler ve duygusal bağlar üzerine inşa edildiğini söylerler. Marka içeride ve dışarıda anlatacağı bütün öyküleri, özünden gelen ana bir öykünün farklı versiyonları olarak ele almalı ve uygun olan her durumda bu hikayeleri anlatmalı.
Yazarlara göre bir markanın:
1. Kim olduğu, nereden geldiği,
2. Para kazanmak dışında varoluş sebebinin ne olduğu ve ne için mücadele ettiği,
3. Bu mücadeleyi kime, neye, hangi yerleşik anlayışlara karşı verdiği,
4. Bu mücadeleyi kazandığında hangi hayali gerçekleştireceği,
5. Markanın bu mücadeleyi kimlerle kol kola girerek verdiği konularında birbirini tamamlayan öyküler anlatması gerekir.
İnsanları etkileyecek marka nasıl üretilir?
Her markanın içi sayısız öyküyle doludur. Bu hikayelerin içinden markanın özünü damıtmak; bu özü markanın değerleri, vizyonu ve varoluş sebebini de içine alacak şekilde yoğurmak sonra da bunu bir öykü olarak insanlarla paylaşmak, onların da yorumlayarak kendi öykülerini üretebilmelerine imkan vermek, en güçlü marka iletişim yöntemidir. Marka öyküleri iyi anlatıldığında, markanın “Biz kimiz?” ve “Ne için mücadele ediyoruz?” sorularına en etkili, en akılda kalıcı cevapları verir. Bu öyküler, insanların markalarla bağ kurmasını sağlar ve dilden dile dolaşır. Sıradan bir yazı üretmek kolaydır, ancak insanları etkileyecek ve onlarla güçlü bağlar kuracak özgün hikayeler üretmek titiz bir çalışma ister ve zaman alır. İşte bu yüzden pazarlama ve marka yönetimi, antropoloji, sosyoloji, psikoloji, sosyal-psikoloji, sembolizm, mitoloji gibi sosyal bilimleri de içine alan geniş bir repertuardan beslenmek zorundadır.
Bir marka olayı ne kadar içten ve ne kadar tutkulu ve ilham verici bir şekilde anlatırsa etrafına o kadar fazla insan toplar.
Markaların kendi hikayelerini oluşturup bunları etkileyici bir şekilde anlatmanın yollarını bulmaları, kendilerine yapacakları en faydalı yatırımdır. Çünkü insanlar sizi yürekleriyle dinler ve onlara yüreklerinden karşılık verirler.